GENEL BAŞKANIMIZ METİN TİRYAKİOĞLU’NUN 11. OLAĞAN GENEL KURULUMUZU AÇIŞ KONUŞMASI

Başkanlık Divanının Saygıdeğer Üyeleri,

Genel Kurulumuzu Onurlandırarak aramızda bulunan;

Ulusal üst örgütümüz TÜRK-İŞ’in Değerli Genel Sekreteri,

Uluslararası Üst Kuruluşumuz UNI’nin Finans Sektöründen Sorumlu Yöneticileri Değerli Dostlarım,

Örgütlü Bulunduğumuz İşletmelerimizin Saygıdeğer Yönetim Kurulu Başkanları ve Yönetim Kurulu Üyeleri,

Çok Değerli Genel Müdürler,

Saygıdeğer Genel Müdür Yardımcıları,

Bölüm, Birim ve Şube Müdürleri…

Sendikamızın Değerli Yöneticileri,

Değerli Konuklarımız,

Değerli Sendikacı Arkadaşlarım,

Sevgili Delegeler,

BASİSEN’in XI. Olağan Genel Kurulu’nun Üyelerimize, Sendikamıza, Ülkemize, Emek ve demokrasi mücadelemize hayırlı ve başarılı sonuçlar getirmesini diliyorum.

Genel Kurulumuza Hoş geldiniz!

Sendikacı Kardeşlerim, Değerli Yol arkadaşlarım,

Sendikamıza bugüne kadar emek vermiş, BASİSEN’i 1964 yıllardan bugünlere taşımış, tüm kurucularımıza, yöneticilerimize ve üyelerimize şükranlarımı sunuyorum.

Ebediyete intikal eden tüm kurucularımızı, yöneticilerimizi, temsilci ve üyelerimizi saygıyla ve rahmetle anıyorum. Mekânları cennet, ruhları şad olsun…

Sevgili Delegeler, Değerli Dostlarım,

Hepiniz Şube Genel Kurullarınızdan, delege seçilerek buraya geldiniz. Yani sizler, Türkiye’nin dört bir köşesinden 40 Bin BASİSEN üyesinin temsilcileri olarak bu genel kuruldasınız.

Bugün XI. Genel Kurulumuzla, sizlerle birlikte 2019-2023 yıllarını kapsayan yeni bir çalışma dönemine başlıyoruz...

İNANIYORUM Kİ, bu yeni dönemde, aynı umutla ve heyecanla AYDINLIK ve güzel günlere birlikte ulaşacağız...

Sevgili Delegeler, Değerli Konuklar,

Şube genel Kurullarımızda; sevgi ve dostluk ortamı yeniden pekişti…

Bütün genel kurullara katılım, çok yüksek düzeyde oldu. Bizler bu genel kurullarla, yenilendik, değiştik ve güçlendik. Üyelerimize daha yakın olmak için, sizlerle bütünleşmek için, mevcut şubelerimizin, yetki alanlarını ve bazılarının isim ve yerlerini değiştirdik. Yeni şube açtık ve şubelerimizi daha etkin hale getirdik.

BASİSEN’ de el ele, gönül gönüle, hep birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Hiç kuşkunuz olmasın; bu yeni dönem, Sendikamızda, yeni umutları, yeni heyecanları beraberinde getirecektir.

Değerli Konuklarımız, Sevgili Delege Arkadaşlarım,

BASİSEN’in, 54 yıllık varlığı ve başarısı tesadüfi değildir. 12 Eylül darbesi sonrasında,

Liberal ekonomi politikalarının yarattığı fırtınalar karşında, sendikaların kan kaybedip dağılıp yok olduğu bir süreçte, üstelik 2001 krizi gibi ülkenin en ağır ekonomik depremin yaşandığı bankacılık sektöründe BASİSEN dimdik ayakta durmasını bilmiştir.

Elbette ki, BASİSEN‘in bu gücünden, bu saygınlığından ve bu durumundan; mutluluk duyanlar kadar, mutsuz olanlar da vardır...

Başarılarına sevinenler kadar, başarısızlığını bekleyenler de vardır. Örgüte destek verenler kadar, köstek olanlar da vardır.

Değerli Arkadaşlarım, Değerli Konuklar,

Bugün ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu konu "toplumsal uzlaşma” ve "toplumsal barıştır.”Kişi, kurum, kuruluş ve örgüt ayrımı yapmaksızın, yitirdiğimiz bu toplumsal özelliklerimize ülke olarak, toplum olarak, yeniden kavuşmak zorundayız. Türkiye; "toplumsal uzlaşma”, "toplumsal barış” ve "hoşgörü kültürüne” her alanda yeniden sahip olmalıdır...

Bu konuda en büyük handikaplardan biri yeni iletişim ve haber alma kanallarıdır. Özellikle Sosyal Medya, ülkemizde toplumsal uzlaşmayı ve barışı bozan tehlikeli bir yoldadır.

Bizler asla, yeni gelişmelere, yeni teknolojilere, yeni iletişim kanallarına itiraz etmiyoruz. Ancak hepimizin ortak şikâyeti olan büyük yararlarına inandığımız Sosyal Medya’nın, bugün ülkemizde geldiği nokta içler acısıdır.

Özlemini çektiğimiz toplumsal uzlaşmaya ve toplumsal barışa bilerek veya bilmeyerek zarar veren Sosyal Medya, insanların kişilik ve onurunu insafsızca ayaklar altına alabilmekte, kurumların itibarına, sorumsuzca leke sürebilmektedir.

Demokrasi içinde ifade özgürlüğünün geliştirilmesini,ne kadar çok savunuyorsak, bu özgürlüğün, kurum ve kişilere karşı saldırıya dönüşerek, hak ihlallerine yol açmasına da o kadar karşıyız.

Sosyal medyada ifade edilenler, hangi platformda olursa olsun; artık samimi ve iyi niyetli hak arama anlayışının dışına çıkarak; gerçekler çarpıtılarak, yalanlar doğru gibi gösterilerek, karalama, nefret, hakaret, linç söylemlerine dönüşmüştür.

Gerçeklerden, objektiflikten ve sağduyudan uzaklaşan bu kişiler, ülkeyi ve toplumu sistemli bir şekilde bölme ve ayrıştırma çabası içindedirler. Biliniz ki, sistemli bir şekilde sürdürülen bu bölme ve ayrıştırma faaliyetlerinden, en çok, hakkını aradıkları iddia edilen kişiler ve toplum zarar görecektir.

Değerli Konuklar,

Bizim anladığımız sosyal medya; siyasetten ekonomiye, sanat ve edebiyattan spora, bir bilgi, kültür, aktüalite, duygu, düşünce, sevinci ve acıyı paylaşma alanıdır.

Tartışma, ikna etme, bilgilenme ve uzlaşma alanıdır. Türkiye olarak, artık öfkemizle sinirlerimizle, önyargılarımızla değil, akıl ve sağduyu ile hareket etmek zorundayız.

Çünkü bizler, Hep birlikte, Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkarak; bölünen ve ayrışan değil, tartışan ve uzlaşan, bütünlük ve barış içinde, çağdaş ve kalkınmış, huzurlu bir Türkiye istiyoruz...

Bizler, bu vatan üzerinde, insanca, kardeşçe, barış içinde birlikte yaşamak istiyoruz

Değerli Konuklar, Değerli Delege Arkadaşlarım,

Bugün yaşamakta olduğumuz çok boyutlu süreçte; teknolojiden piyasaya, ekonomiden siyasete, iletişimden hukuka, kültürden değer yargılarına kadar uzanan birçok konuda küresel ilişkiler yaşanmaktadır...

Küreselleşme süreciyle birlikte, günümüzde, sosyo-ekonomik sorunlar tarihte olmadığı kadar hızla artmaktadır. Ekonominin hızla küreselleşmesi bir yanda kazananları, diğer yanda kaybedenleri yaratmaktadır...

Uluslararası sermaye, küresel güç ve konuma sahip olma doğrultusundaki hedefine ulaştırabilmek için, öncelikle; çalışan ve emekçi kitleleri korumasız ve savunmasız bir konuma sürüklemiştir.

Bu dönemde emek sömürüsünü yoğunlaştırmaya yönelik bir politika izlenmiş; işçi sınıfının etkisizleştirilmeye çalışılırken, kendisine olan güveni kırılmaya çalışılmıştır…

Küreselleşmeyle birlikte dünyada da "dev şirketler ve cüce devletler" dönemi başlamıştır.

Bugün sayıları 500’e varan çok uluslu şirket, dünya ticaretinin %70'ini elinde tutmaktadır

Değerli Delegeler, Değerli Konuklar,

Tüm dünyada, sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirlikleri konusunda ciddi endişeler vardır. Ülkemizde ve dünyada, işsizlik ve yoksullukla bağlantılı sorunlar giderek artmaktadır...

Küreselleşme, ekonomik güvenceyi azaltan, toplumda gelir adaletsizliğini artıran, bir sürece dönmüştür.

Bizim anladığımız küreselleşme, sadece ekonomik zenginliğe odaklanan değil, aynı zamanda küresel ölçekte, bütün vatandaşlara yeterli bir yaşam standardı sağlayan, gelir dağılımında adaleti ve tam istihdamı gerçekleştirebilen bir dönüşümdür.

Değerli Delegeler, Değerli Konuklar,

Son yapılan Davos toplantısında zengin ülkeler ve patronlar da, küreselleşmeden ve neo liberal politikalardan şikâyetçi oldular. Çünkü Küreselleşme sadece kişiler arasındaki uçurumları derinleştirmekle kalmadı, ülke ve toplumlar arasındaki dengesizlikleri artırdı…

Dünyanın bir kısmı zenginleşirken, diğer kısmı fakirleşti, üstelik borçlandı…

Sizlerin de takip ettiği gibi yakın zamanda, OXFAM adlı büyük bir kuruluş bir rapor yayınladı.

Raporda şu tespitler yapılmış:

Dünyanın en zengin 26 kişilik milyarderi, dünyanın en yoksul %50 sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit bir servete sahip...

Elbette ki, servet sahiplerinin zenginliklerine zenginlik katanlar O ülkelerin hükümetleri…

Eğer siz kamu hizmetlerini azaltarak, sendikalaşmayı engelleyip özelleştirmelerle devleti sosyal devlet olmaktan çıkartarak, servet sahiplerine kaynak aktarırsanız. Ortaya böyle adaletsiz bir tablo çıkar...

Sevgili Delege Arkadaşlarım, Sayın Konuklar,

Şu gerçeği çok iyi bilelim ki, küresel para piyasalarında; yaralı boğadan et koparmak üzere pusuda bekleyen çok çakal vardır. Bunlar kan kokusunu alınca ellerindeki finans gücüyle, sömürecekleri ülkelere saldırırlar.

Nitekim, Türkiye’de 2018 yılında, bu tür saldırılarla karşılaşmıştır. Bu politikanın adı yeni emperyalizmdir. Ve bu politikayı uygulayan süper güç ABD’nin oluşturduğu, küresel emperyalizm ve çokuluslu şirketler; dolarla, ambargoyla, yasaklarla, tehditlerle, ekonomik savaşlarla; kısacası, küresel iktidar gücüyle, tüm dünya ekonomisini ve politikalarını, acımasızca belirleme gücüne sahip olmuştur...

Türkiye, yakın geçmişinde bu tür olayları, acı bir şekilde yaşadı. Amerikan emperyalizminin, ülkemize ve devletimize yaptıkları unutulmadı.

Tam bağımsızlığın olmadığı yerde, emperyalist güç, Suriye’de, Libya da, Mısır da, Irak‘ta, Venezüella da olduğu gibi, hain 15 Temmuz darbesini de yaptırır; Doları da fırlatır, borsayı da çökertir, şirketleri de batırır.

Değerli Konuklar, Değerli Arkadaşlarım,

Güney sınırımızda yedi yıldır süren bir savaş var. Yedi yıldır, acı, gözyaşı, ölüm, yıkım ve göç devam ediyor. Sadece Suriye’den11 milyonun üzerinde insan göç etmiş, bunun da 4 milyonu bizim ülkemizde

İnsanlık tarihinin en büyük dramı sınırımızda yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor…

Suriye’de, Irak’ta insanlar, küresel güçlerin çıkarları ve petrol uğruna, mezhep ve etnik çatışmalarla acımasızca birbirine kırdırıldı...

İrlandalı ünlü yazar Bernard Shaw’ın dediği gibi;

"Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış, Amerikan emperyalizmidir.”

Bu savaş, Ortadoğu’da haritaların yeniden çizilmesinin, ülkelerin yeniden şekillenmesinin savaşıdır… Bu savaş dünya zenginliğinin yeniden paylaşımının savaşıdır. Bu savaş dünyadaki terörü yok etmenin değil, dünyaya hükmetmenin savaşıdır…

Sevgili Banka, Finans ve Sigorta Emekçileri, Sevgili Basisenliler,

Teknolojinin hızla geliştiği, rekabetin acımasızlaştığı, çalışandan hep daha fazlasının

talep edildiği, parasal risklerle dolu zor bir sektörde çalışıyorsunuz… Sıkıntılarınız ve sorunlarınız çok fazla… Bizler bunun bilincindeyiz. Çünkü sizin sorunlarınız bizimde sorunumuz. Ve her koşulda sizlere yardımcı olmak için büyük çaba gösteriyoruz.

Özellikle, örgütlü bulunduğumuz sektörde yapay zekâ, otomasyon ve robot teknolojileri, mobil bankacılık ya da daha kısa adıyla "dijital bankacılık” olarak adlandırılan ve hızlı bir şekilde ilerleyen "dijital dönüşüm süreci”; iş ve görev tanımlarından, organizasyon yapısına ürün çeşitliliği ve hizmet sunumundan müşteri ve tüketici dünyasındaki anlayışlara kadar bankacılık sistemini tümden değiştiriyor.

Bankalar artık; şube bazlı geleneksel ürün ve kanal yapısından, yeni iş modellerine doğru taşınıyor...

Küresel ve yerel düzeyde, birçok bankada, dijital uygulamalara ilişkin, yeni modellerin geliştirildiğini görüyoruz... Bu modeller; yeni ürünlerin tasarımından, yeni kanal yapılarının belirlenmesine birçok alanda uygulamaya konuluyor.

Değerli Delegeler,

Doğaldır ki, sektördeki yeni teknolojilerle birlikte, bankalarda yeni iş ve görev tanımları ortaya çıkıyor.

Çalışma yaşamı ve istihdamın yapısındaki ortaya çıkan değişim, emeğin üretim süreci dışına çıkarılmasını değil, emeğe ve iş anlayışına, yeni bir boyut getiriyor. İşgücünden beklenen eğitim ve vasıf düzeyi de değişiyor…

Elbette ki, bu değişim çalışanları ve sendikalıları, çok yakından ilgilendiriyor...

Bu nedenle, örgütlü bulunduğumuz, işletmelerde, emeğin gücünü ve işini korumak için

"bir taraftan çalışanların dijital dönüşüm süreci bağlamında yeni nitelikler ve yetkinlikler kazanması için çaba harcarken diğer taraftan da, teknolojik sistemin gücünü ve etkisini dengelemek durumundayız.

Sektörümüzde, bu kadar hızlı bir değişim yaşanırken, aramızda bulunan değerli bankacı ve sigortacı yönetici dostlarıma seslenmek istiyorum.

"Dostun attığı taş, baş yarmaz”atasözünden hareketle şimdi söyleyeceklerimin hepimizin yararına olduğuna inanıyorum…

İnsan kaynakları politikalarınıza biraz daha, insani değerler katın. Hiç şüphesiz uygulamalarınızda insani değerler var ama bizlere yetmiyor. Çünkü bizim için "emek büyük değer”, "insan çalışma hayatının en önemli unsurudur”.

Sevgili Dostlarım,

Nitekim geçtiğimiz günlerde, yüz yaşına giren ILO Uluslararası Çalışma Örgütü bir rapor yayınladı.

Raporun Adı; ”Daha Aydınlık bir gelecek için, işin geleceği.”

Bizim için çok önem taşıyan bu rapordan, sermayeden, sendikalara, küresel güçlerden, devletlere, şirket patronlarından, yöneticilere kadar herkesin alması gereken dersler var.

Rapor’da özetle şunlar yer alıyor.

"Emek alınıp satılan bir mal değildir.” Ve de olmamalıdır..! "Emeği ile geçinenler, Ne üretimin robotlaşmasına, Ne de, yapay zekâ yoluyla otomasyonlaşmasına karşı rekabet içinde değildir.

Bu nedenle işin geleceği; bunlarla dayanışma içerisinde olacak şekilde, kurumsal bir yapıya ve güvenceye, işgücünün geleceği, insan odaklı bir yapıya kavuşturulmalıdır.”

Saygıdeğer Konuklar,

Okuduğum bu raporla sizlere vermek istediğim mesaj şu:

Lütfen, bizim sesimize kulak verin sorunlarımızı çözüme kavuşturmaya yardımcı olun… İşletmeler varsa çalışan vardır... Çalışanlar varsa sendika vardır. Bizler bunun bilincindeyiz.

Bugün sektörde teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin; ne kadar büyük paralar yatırılırsa yatırılsın, çalışana değer vermedikçe, insana yatırım yapmadıkça teknoloji ve sermayeden beklenen faydayı sağlayamazsınız.

Çünkü bu sektöre enerji veren; emeğin yüreği, heyecanı, moral ve motivasyonudur.

Son yıllarda, satış ve satışa bağlı hedef baskıları, çalışanları adeta köleleştirdi.

Dışarıdan modern ve güzel görünen binaların içindeki çalışanlar, artık mutlu ve huzurlu değil.

Gelecekle ilgili büyük kaygıları var. Şirket yönetimlerinin en tepesinden başlayan baskı,

bir çığ gibi büyüyerek, herkesi ezip geçiyor. Ve bundan da en büyük zararı tabandaki çalışan görüyor. Bu sistem çalışanlar üzerinde yoğun baskı ve stres yaratıyor. Çalışanları mutsuz kılıyor. Bu sürdürülebilir bir çalışma yaşamı değildir

Değerli Konuklar ve Delegeler,

Çözüm bellidir: Çalışanlar üzerinde aşırı satış baskısı ve ulaşılmaz bireysel hedefler yerine,

ekip çalışmasına dayalı, motivasyonu güçlendirici yönetim kültürü oluşturmaktır.

Bankalar, "Performans ve Prim Yönetimi Sistemi” uygulamalarını, banka hedefleri ile çalışan hedeflerini ortak paydada buluşturacak şekilde; adil, gerçekçi, ulaşılabilir ve uzun vadeli değerlendirmelere göre düzenlemelidir.

Bankalar, çalışanlarının pazarlama, satış ve hedeflerini kapsayan performans sonuçlarını değerlendirirken öncelikle "iş güvencesini” gözeten bir yaklaşımla, olumsuzluklarını tespit ederek; çalışanın kariyer, performans ve gelişiminin sağlanması yönünde eğitici ve öğretici çalışmalar yapmalıdır. Bankalar, "İnsan Kaynakları ve Performans Değerlendirme Sistemi” politikalarında, adil ve objektif olmalıdır.

Bankalar,Müşteri memnuniyeti ve "yüksek kâr” beklentisi kadar, "çalışan memnuniyetine” de değer vermelidirler. Bankalar, çağdaş yönetim anlayışının en önemli faktörü olan,

Kurumsal kültürün ve kimliğin sağlanabilmesi” için, çalışanlarını ortak anlayış ve ortak değerler etrafında birleştirmeli, Anayasal bir güvence olan Sendikalaşma haklarını engellememelidir.

Değerli Konuklar, Değerli Delege Arkadaşlarım,

Türkiye 31 Mart 2019 tarihinde, Sonuçları açısından genel seçimler kadar önem taşıyan yerel seçimlere gidecek.

Seçim yorgunu düşen ülkemizde sonuçlar ne olursa olsun, Türkiye artık yeni bir seçim dönemiyle birlikte; "Toplumsal uzlaşmayı”, "toplumsal barışı”,"bağımsız yargı” ortamını, "hukukun üstünlüğünü”, temel hak ve özgürlükler arasında özel bir öneme sahip olan "mülkiyet hakkının korunmasını sağlamak zorundadır.

Siyasi iktidarlar, çağdaş, barışçı bir toplum yaratmaya, Türkiye’nin farklı yapıları arasında; Hoşgörüyü, kardeşliği bütünlüğü sağlamaya mecburdur. Türkiye artık yeni bir seçim dönemiyle birlikte; siyasal, sendikal, bireysel ve dinsel özgürlükleri sağlayarak, birlikte üretilen ve paylaşılan,adil bir gelir dağılımı içinde, hızla sanayileşerek istihdamı artırmalı; üretimsizlik, eşitsizlik ve işsizlik sorunlarını ortadan kaldırmalıdır.

Değerli Delege Arkadaşlarım,

Biliyorum; adaletli gelir dağılımından, vergi adaletine, iş güvencesinden, istihdama yüksek enflasyondan, iyi ücrete ve insanca yaşama... Ülke olarak birçok sorunumuz var.

Bu zor günlerde, çalışanlar üzerindeki ekonomik ve sosyal baskılar giderek artmaktadır.

Sendikalı ve örgütlü olmadıkça, mücadele vermedikçe sorunlarımız gelecekte daha da artacaktır.

Değerli Konuklar, Değerli Delege Arkadaşlarım,

Ülkemizin sorunlarını aşmasında, toplumsal uzlaşmanın ve sosyal diyaloğun sağlanmasında,

Ekonomik ve sosyal yapının gelişmesinde demokrasinin güçlenmesinde güvenebileceğimiz en önemli güç; sivil toplum örgütleri ve sendikalardır. İşçisi ve işvereniyle, kurumları ve sendikasıyla hepimizin aynı geminin içindeyiz .Bunun bilincinde olarak hareket etmeliyiz…

Değerli Konuklar, Sevgili Delegeler,

İşkolumuzda yaşanan sorunları hepiniz biliyorsunuzdur. Bu konuda ben de bir iki şey söylemek istiyorum:

Türkiye’de yabancı sermayenin payı Bankacılıkta %40, Sigortacılıkta %90 civarındadır.

Bunların büyük kısmı gelişmiş Batı ülkelerinin şirketleri olmalarına ve kendi ülkelerinde sendikal örgütlülüğe saygı göstermelerine karşın, bizim ülkemizde neden hiç toleransları yoktur?

Biz bunu; Batı’nın çifte standartlı yaklaşımı yanında Türk yöneticilerin tutumu ile açıklayabiliriz. Buradan yabancı sermaye temsilcilerine ve özellikle de onların Türk Yöneticilerine sesleniyorum:

Bizim vatandaşımızı, bizim banka çalışanlarımızı ücretli köle olarak mı görüyorsunuz?

Bu çifte standart anlayışın farkında değil misiniz? Yoksa bilerek mi yapıyorsunuz?

Aslında biz ne yapmak istediğinizi biliyoruz!

Sevgili Delegeler,

Yaşanan sorunların bir başka kaynağı da profesyonel yöneticiler

Banka ve sigorta şirketlerine kurum dışından gelen yöneticiler, işletme kültürüne ve çalışanlara yabancı olduğu için, yöneticisi olduğu işletmeleri insan kaynakları açısından bir laboratuvar, çalışanları denek gibi kullanmaktadırlar.

İnsan odaklı olmayan bu insan kaynakları politikaları sürdürülebilir değildir ve iflas etmeye mahkumdur.

Hedef Baskısı ve Mobbing banka çalışanlarını canından bezdirmiştir! Unutmayın ki, şimdilik sessiz bir çığlık olan bu tepki gelecekte büyük sorunlar ortaya çıkarabilir…

Sevgili Basisenliler, Değerli Konuklar,

Eğer bir ülkede; 52 bankanın sadece 8 tanesi örgütlü ise; (ki bunların 3’ü devlet bankası sadece 5 tanesi özel bankadır.)

Eğer bir ülkede; 70’in üzerinde sigorta şirketinin sadece 4 tanesinde çalışanlar örgütlenme olanağına sahipse; yanlış ya da eksik olan budur…

İşkolumuzda yaşanan sorunların kaynağına indiğimizde karşımıza çıkan manzara budur…

Sendikal örgütlülüğün artması yaşanan sorunların çözümünü kolaylaştıracağı gibi haksız rekabetin de önüne geçecektir.

Bu nedenle; BASİSEN Sendikası olarak 2019 yılını örgütlenme yılı olarak ilan ediyorum.

Sevgili Delegeler, Değerli Konuklar,

BASİSEN Sendikasının temel politikası sorunları sosyal diyalog yoluyla halletmeye çalışmaktır. Bunda da bugüne kadar başarılı olmuş, ama hiçbir zaman başarılarının reklamını yapmamıştır…

Ancak son gelişmeler bizlerin sabrını taşırmıştır. Bizler masada değil de başka yerlerde mi çözüm arayalım? Sakın "bunu yapamazlar” diye düşünmeyiniz…

Sorun çözmek için gerekirse cehennemin dibine kadar ineriz…

Örgütsüz işletmelerin yöneticilerine sesleniyorum: Çalışanlarınıza "sendika üyesi olmayın, olursanız işinizden olursunuz…” diyerek örgütlenmeye karşı çıkmayın!

Çalışanlar köleniz değildir!

Mobbing yapmayın! Mobbing suçtur…

Artık sabrımız taştı. Genel Müdürlüklerinizin önünde eylem yaparız… Keyfinizi kaçırır, rahatsız ederiz sizleri… Gazetelere ilanlar verip, Türk kamuoyunda teşhir ederiz sizleri… Prim paylaşımınız adil olsun! Sokağa çıkmaya mecbur etmeyin bizleri…

Değerli Konuklar, Sevgili Delegeler,

Genel Kurulumuza gelerek Sendikamız BASİSEN’e güç verdiniz…

Katılımınız, ilgi ve desteğiniz nedeniyle hepinize teşekkür ediyorum…

Güzel ve aydınlık bir gelecek, ülke olarak barış, huzur ve mutluluk içinde yaşamak umuduyla,

11. Olağan Genel Kurulumuzun, ülkemize, Sendikacılık hareketine, örgütlü bulunduğumuz işletmelere ve üyelerimize başarılı ve hayırlı sonuçlar getirmesini diliyorum...

Sağolun, Varolun!

16 Şubat 2019 / İSTANBUL